Hüseyin VATANSEVER
Sihirli bir sözcüktür kahve… Hele ki Türk kahvesi deyince çoğumuzun içinde bir kıvılcım belirir. Gerek güne başlarken ayılmak için gerekse günün yorgunluğunu atmak için fincandaki bu sihirli içecekten yararlanırız.
Ayrıca bir araya geldiğimizde sohbetin kapısını yine bir fincan Türk kahvesi aralar. Dile kolay, bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır. Kahve bittikten sonra da bu keyif seremonisi devam eder. Fincanın üstüne kapatılan tabak şöyle üç kere dairesel bir hareketle çevrildikten sonra ters düz edilir ve soğuması beklenir. Sonrasında bir de falına bakılır. Türkiye’de hayat sanki bir fincan kahvenin etrafında yaşanır…
Ülkemizdeki Türk kahvesi tiryakileri ve hayatının bir döneminde çeşitli vesilelerle bu keyfi tecrübe eden diğer ülke vatandaşları, tabii ki Türk kahvesi ve beraberindeki bu kültüre aşina. Fakat dünya genelinde bu kültürel değerimizi daha çok tanıtmak gerekiyor. Bu çalışmalarda başı çeken temel unsur ise Dünya Türk Kahvesi Günü kutlaması oluyor. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türk kahvesini 5 Aralık 2013 tarihinde Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne ekledi.
Dolayısıyla dostlukları pekiştiren, insanların arasındaki bağı güçlendiren ve günlük yaşamımızda anlamlı yeri bulunan bu değerimizi insanlığa tanıtmak amacıyla 10 yıldır 5 Aralık günü Dünya Türk Kahvesi Günü olarak kutlanıyor.
Her bir fincanda aynı lezzet
Gelgelelim Türk kahvesini kültürel bir değer, bizi tanıtacak bir unsur olarak görüyorsak, gereken özeni göstermek şart. Hele ki günümüzde yaygınlaşan kahve dükkânlarının nitelikli kahve vurgusu ile atfettikleri “üst kalite” algısı rekabeti başka bir düzeye taşırken…Dünya genelinde kahve tutkuyla tüketilen bir içecek ve kahve hazırlamak için değişik tekniklerden yararlanılıyor.
Restoran ve kafeterya işletmelerinde kahve genellikle filtre edilerek hazırlanıyor ve müşterilere bu şekilde sunuluyor. Filtre kahve yönteminde herkes hemen hemen aynı kahveyi içiyor. Sonrasında her bir fincanda kişiye özel kahve hazırlama imkânı sunan makinelerin kullanıma girmesiyle doğan global zincir kahve markaları insanları kendine daha çok çekmeye başladı.
Filtre kahvenin yanı sıra espresso bazlı kahveleri süt ve süt köpüğü ile birleşmesi ile elde edilen kahveler krema, çeşitli tatlandırıcı ve şurupların eklenmesiyle daha çok çeşide erişilebiliyor. Artık insanların ellerinde bir özgürlük meşalesi gibi bu zincir işletmelerin karton bardaklarını her yerde görmekteyiz. Tabii bu kahve modası Türkiye’ye de ulaştı. İlgiyle karşılansalar da bu uluslararası markalar Türkiye’de ürün gruplarında bir eksiği fark etti. Birbirinden farklı seçenek sunuyor olsalar da Türk kahvesi onların menülerindeki bir eksikti.
Kahve modası yerli markaların da oluşumunu ve gelişimini destekledi. Böylece Türk kahvesinin hazırlanmasında makine gündeme geldi. Ayarını evde hazırlarken göz kararı ile tutturuyor olsak da satış adeti yüksek işletmelerde standart ürün elde etmeyi sağlamakla makine kullanımı önemli bir eksiği tamamladı.
Türk kahvesi yeni yatırımların kapısını aralıyor
Türk kahvesi makineleri otel, cafe ve restoranlarda kullanır oldu. Hazırlanışı itibarıyla Türk kahvesinin kendine özgü zorluklar ve güçlükleri makineyle aşılıyor. Bir de bu kültürü tanımak isteyen yurt dışındaki kahve tutkunları için makineler iyi bir başlangıç noktası oluşturuyor.
Kültürel bir değer olarak Türk kahvesinin dünya çapında yayılmasına yerli zincir işletmelerin ve kahve üreticilerinin yanı sıra yerli mutfak aletleri ve ekipmanları üreticileri de görev üstleniyor. Filtre edilmeden içilmesiyle ayrışan, kendine özgü fincanlarda servis edilen, damaklarda saf bir kahve lezzeti bırakan değerimiz Türk kahvesi; hepimizin umduğu gibi kahve tutkusunun zirve yaptığı günümüz dünyasında hak ettiği yeri özü bozulmadan elde eder.
İlk kahve Yemen’den geldi
Kahve bitkisi, Güney Yarıkürede, Oğlak ve Yengeç Dönencesi arasında kalan bir alanda yetişiyor. Kahve kuşağı olarak da bilinen bu bölge, bitkinin yetişmesi için elverişli iklim koşullarını sağlıyor.
Her ne kadar günümüz Türkiye’si bu kuşağın uzağında kalsa da Türklerin kahve ile tanışması Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın 1543’te kahveyi İstanbul’a getirmesiyle başlıyor. Kahve çekirdekleri kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek ya da değirmenlerde öğütülerek pudra kıvamına getirildi. Cezvede su ile karıştırılan kahve mangal ateşine sürülerek ağır ağır pişmesi beklendi. İyice köpüklendiğinde kaynamasına izin verilmeden fincanlara aktarıldı ve böylece yeni bir gelenek başladı. Bu içecek kısa zamanda rağbet görerek kahvehanelerin kurulmasıyla yaygınlaştı.
Tarihsel detaylara girmeden şunu da belirtmek gerekiyor ki kahve dönem dönem ağır cezalar verilecek şekilde yasaklansa da tüketilmesinin önü asla kesilememiş. Kıtlık dönemleri veya ithalat rejiminde yaşanan sıkıntılar yaşansa dahi bu güçlükler aşıldığında kahveye olan ilgi hep yoğun şekilde devam etti.